18 Mayıs 2007 Cuma

İbrahim Kaypakkaya'yı Anarken...



34 yıl önce bugün; düşmana cansız bedenini teslim etmiş ama ruhunu, kafasını, doğrularını asla teslim etmemiş yiğit bir devrimci çekip gitmişti aramızdan: ibrahim kaypakkaya..

onu en çok kemalizm konusundaki sağlam tavrıyla hatırlıyorum.. çünkü o döneme kadar sol aydınların ve türkiyeli devrimcilerin önemli bir çoğunluğunun asla farkedemediği, dost sandığı, hatta hayranlık beslediği kemalist statükoyu eleştirmesi ve kemalizm'le arasına baştan bir mesafeyi koymuş olması kaypakkaya'nın devrimci tarihe yaptığı önemli bir katkıdır.. teorik ve siyasi açılımları bir yana ama; bugün türkiye solunun manzarayı umumiyesine bakıldığında gördüğümüz tablo, ibo'nun o günkü duruşunu daha da önemli kılıyor.

düşman karşısında boyun eğmeyen tavrı ve dik duruşu ise anadolu toprağında ve benzer doğa toplumu süreklerinde boyvermiş, binlerce yıllık kadim bir maya'nın, ateşte sınanmış mirasıdır.. "yolcu yansın, yol yanmasın" diyen bu mirasın izinde yürüyenler yaşadıkları dönemlerin en büyük zulümlerine maruz kaldılarsa da; kendi ateşlerinin küllerinden dirilen yarınlara, herşeyden önce bir duruşu önceleyen vicdanlarını devrettiler. yenilgilerimizi kazanıma dönüştürmenin ve haksızlığa karşı durmanın bir yolu da, bu tarihsel vicdana sahip çıkmaktan geçiyor.

içi boşaltılmış ve her yıl aynı günlerde kendini tekrar eden "anısını mücadelemizde yaşatma" sloganları; bu tarihsel vicdanla buluşup, reflekslerimizi oradan üretmemize yol açmadıkça, slogan olarak kalacaktır.

semavi dinlerin tapınma kültüründen devralınan "şehit" kavramına hapsedilen ölümsüzlük mitini de yeri gelmişken eleştirmek istiyorum: "şehitlik" tanrı yolunda, genellikle de katliam yaparak ölen ve bu yolda ölme karşılığında kendisine öbür dünya da cennnet vadedilenlere verilen bir sıfattır. halbuki gerek "ölüm ölür biz ölmeyiz" diyen ve yaşadıkları her çağda haksızlığa karşı başkaldıran doğa toplumlarında, gerekse de modern dünyanın devrimci geleneklerinin hiç birinde öte dünya algısı olmadığından şehit olma hali de yoktur. türkiye sol geleneğinin dinleştirilmiş bu tarz kavramları içine alması, ister istemez ve farkında olmadan ilgili zihniyet dünyasına da kapılarını açmıştır. amaca gitmeye hizmet eden her türlü anlayışın ve davranışın meşrulaştırılması, insanın araçsallaştırılması, örgüt bekasının dinlerdeki gibi kayıtsız şartsız savunulması bunlardan bazılarıdır. hakim sistemlerin bile kendilerini sorguladığı ve yeniden tarif etmeye çalıştıkları bir momentte devrimcilerin de kendi gelenekleriyle yüzleşmeleri ve bir yeniden tarif bugün kaçınılmazdır. soldaki mevcut tıkanmanın nedenlerinden biri de; semavi dinlerden devralınan, bu; sorgulamadan "biat" etme kültürüdür.

ben bu yüzden aramızdan ayrılan devrimcilere "şehit" demeyeceğim. bu çağın dinleştirilmiş ieolojilerinden ve düşünme biçimimizi teslim alan değerler ve kavramlar dünyasından arınmadıkça; çağın bir bütün olarak iflas ettiği günümüzde devrimcileşmek imkansızdır. çağ iflasın eşiğindeyken, geleceğin yeni fikirlerine odaklanmak yerine, çağın yarattığı değerler ve kavramlarla varoluş gericileşmeye yol açacaktır. türkiye solunun çoğu kesiminin bugün kemalizm ve ulusalcılık noktasında sağ partilerin bile gerisine düşmesinin nedeni de bu açmazdır. sol bu açmazdan arınmadıkça bir ses olmayı da başaramayacaktır.

insanın devraldığı bütün tarihsel değerleriyle oynayan bu çağın bize sırtını döndüğü yerden; bu dünyanın kirlenmelerine ortak olmadan, iktidar hırsına kurban olmadan; zulmü, işkenceyi, işgali ve kişiliksizleştirilen bencil ve bireyci varoluşları meşrulaştırmadan; bu çağın düşünme biçimini, değerler ve kavramlar dünyasını mahkum ederek, dönem ne kadar kötü olsa da "hayır" deyip ayağa kalkmak, denebilirse bu tarihsel vicdanın bugünkü çağrısıdır.. tam da bu kadar çaresizleştirildiğimiz, en masum insani ilişkilerde bile araya iktidar ve şiddet ektiğimiz ve birbirimizi duymadığımız yerde "hayır" diyerek oluşturacağımız bir ses; binyılların mirası olarak gelen tarihsel geleneğiyle buluştuğu yerde yankısını bulacaktır.

türkiye'nin darbe, seçim, ırkçılık gündemiyle üzerimize örtülen statükoculuk, bağnazlık, gericilik, kişiliksizlik, düşsüzlük perdesine karşı, devrimci bir kalkış, içi boşaltılmış slogancılık kültürüyle değil, eğer olacaksa bahsettiğim vicdani bir karşı koyuşla ve düş kurmakla mümkün olacaktır.. başaşağı giden bir rejim, inandırıcılığını yitiren bir zihniyet ve tıkanmış bir sistemin içinde ortalık ne kadar toz duman olsa da; düşlerimizi ayaklandırıp yola düşme vaktidir.. sessizliğin içinde ses olmak ve benzer seslerle buluşmak ama nesneleşmeden, hiyerarşi zincirinin askeri ve rasyonel aklın kölesi olmadan ..

ibo'yu anarken; aynı vicdanla düşlerini yola düşüren ali haydar yıldız'a, süleyman cihan'a; yaşayan ve hatıralarımızda yaşayan tüm yol arkadaşlarımıza da devrimci bir tebessümle...

yolcuyu yolunda pervane eden ateşe aşk olsun..

Eyüp Hanoğlu
18 mayıs 2007, köln

Hiç yorum yok:

Resim

Resim

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı